Ağladık
sızladık, paralar gelecek ve davul zurna çalacak. Sonra, o paralar
ile
bir süre daha idare edeceğiz. Çocuklarımız daha beter bir borç batağı
devralsın
diye.
Böyle olmasın istiyorsak; bu
aldığımız para ile balık satınalıp bir öğün
karnımızı
doyurmak yerine olta satın alıp göldeki bol balıklardan tutmayı,
geleceğimizi
ve çocuklarımızın geleceğini bir miktar düze çıkartmak
istiyorsak,
şu gelecek paralara "yiyici" gözü ile bakmayalım lütfen.
Şirketler
şunu bilmelidirler, ki çoğu öğreniyor, artık eskiden olduğu gibi
ne
yaparsa satamayacak. Bir zamanlar Türkiye'de "Berec" diye bir pil
markası
vardı.
Sonra Duracell geldi 1980'lerde. Gazete haberiydi, Berec'in sahibi,
Duracell
ile Berec arasındaki kalite farkı üzerine, "Bir zaman sonra,
Duracell
gidecek, ben bu pilin içine çamur basıp satacağım, eliniz mahkum,
alacaksınız!"
anlamında bir demeç vermişti. Şimdi
hangisi var hangisi yok,
yorumu
size bırakıyorum.
Zaman,
küresel rekabette, rekabet gücü sahibi olma, rekabet karşısında
ayakta
kalabilme, pazarını koruyabilme, yeni pazalara girme ve pazarını
genişletme
zamanı. Bunu da zorbalıkla yapamazsınız. Ürününüzün ya da
hizmetinizin
(aslında hizmet de bir üründür, ama yineleyelim) o pazarı elde
edecek
bir ederi olması gerek. Bu eder nasıl yaratacağımız için üç
seçeneğimiz
var:
Verimlilik
Kalite
Verimlilik öteden beri farkında olduğumuz ve o alanda yapılabileceklerin
çoğunu da zaten yaptığımız bir unsur. Fabrikalarımızı otomatik makinelerle
donattık,
ortak parça kullanarak sayıyı artırıp maliyeti ucuzlattık,
enerjiyi
akıllı kullanıp faturayı azalttık, hatta yeri geldi, başka yapacak
birşey kalmadığında, devlete, "Şu SSK primini almasan" ya da,
"Vergimi
seneye versem" gibi önerilerle gittik. Dahası, Serbest Bölge'ler, devletin
alacağından
vazgeçerek maliyetlerde bir ucuzlama yoluyla verimliliği
artırdığı
yerler değil mi?
Kaliteyi ise büyük şirketler daha on yıl önce farketti. Kalite ödülleri,
Başarı
ödülleri, bu ödülleri alan kuruluşların ürünlerinin el üstünde
tutulması
daha çok yeni. Üstelik, kalite unsuru, daha orta boy ve küçük
işletmelere
inmedi. Aman, indirirken de dikkatli olalım. Belli yapılanmaları
olmayan
kuruluşlara ISO 9000 almayı tek çıkış yolu gibi gösterir bir anlamda
zorlarsanız,
ters sonuç alıyorsunuz, batıyorlar. Böyle batmış, birçok
tekstil
kuruluşu bulunmakta.
Yenilikçilik ise henüz el atılmamış bir alan. Yaratıcı olmadan yenilikçi
olmak da zor. Ama yenilikçi olmak için buluş sahibi (mucit) olmanız da
gerekmiyor. Bir örnek vermek isterim: Lise'de hepimize öğretmişlerdir. Daire
şeklinde
kesilmiş bir kağıdın üçte birini kırmızı, üçte birini mavi kalanını
da
sarı boyar; kağıdı ortasından bir sopaya geçirip çevirirseniz, bu üç
rengin
karışımı beyaz olarak gözükür. Bunu Newton bulmuş, bu yolla beyaz
ışığın
bir "renk karışımı" olduğunu göstermiş. Beyaz ışığın bir prizmada
kırılması
ile tayfına ayrılıp renklerine göre dizilmesi de bu buluşun bir
başka
yoldan göstergesi.
Ama,
şu yenilikçi uygulama için aradan yüzyıldan fazla zaman geçmesi
gerekmiş:
Kıbrıslı bir iş adamı, Fahir bey. Silikon vadisinde bir şirketi
var.
Şu prizma olayını ters yönden ele alıyor. beyaz ışığın kırılarak
tayfına
ayrıldığı yerlere mavi noktasına bir mavi ışık kaynağı koyuyor,
kırmızı
noktasına kırmızı, sarı noktasına sarı, turuncu noktasına turuncu...
Bunların
tümü prizmada tersine kırılıp tek bir beyaz ışık demeti
oluşturuyorlar.
Bu demeti, bir fiber optik kıl yoluyla uzağa taşıyor, orada
gene
bir prizmadan geçirip, yeniden renklerine ayırıyor. Arada tek fiber
kıl,
mavi ışık yanıp söndükçe mavi noktası, kırmızı yanıp söndükçe kırmızı
noktası...
aydınlanıyor. Diyeceksiniz ki "Eee? ne olmuş?" Sözünü ettiğim
YENİLİKÇİ
UYGULAMA, tayf çoklaması (vawelenght division multiplexing WDM).
Bu
değişik renk ışıklar, bir diğerinden etkilenmeden aynı fiber kılı
paylaşmaktalar.
O zamana kadar bir kıldan diyelim 2Gb/s hızda optik işaret
gönderilebilirken,
bu yolla renk sayısı kadar katlanıyor hız, 5 renkte 10
Gb/s
oluyor. Fahir bey bu katlamayı, 160 değişik dalga boyu (renk)
kullanarak
160 kat yapıyor ve patentliyor.
Sonra, evet sonra, telekom devlerinden biri, Nortel Networks, geliyor ve
Fahir bey'in 7 kişilik şirketini satın alıyor. Tam 3 milyar 250 milyon ABD
doları'na. Hani derler ya, artık Fahir bey'in ömrünün geri kalanını balık
avlayarak geçirmesi olası. Üstelik
isterse, balığı da balığın içinde yüzdüğü
suyu
da, kendini de uzaya, bekli de aya taşıttırıp, balığı orada avlamak
olanağına
yetebilecek kadar parası var. Peki Nortel bu parayı neden verdi?
Nortel
bu yenilikçi uygulamanın küresel pazarlamasını yaptı ve dünyada optik
üzerinden
akan trafiğin %90'ı, Nortel Networks ürünleri üzerinden akar oldu.
Yaratıcı
fikir ve ona dayanan yenilikçi uygulama, uygun küresel pazar
erişimini
bulunca, herkesin kazandığı bir sonuç ortaya çıkıyor. Bizde de, en
küçük ölçekli işletmenin bile, yarattığı katma değeri artık verimlilikte
değil, ağırlıklı olarak yenilikçilikte araması zamanı geldi.
Bu yolu seçmeyenlerin bu krizden çıkışı olmayacak.
Ali
Akurgal
Start Page News Projects Links About Feedback |